Türk Müziğinin Tarihsel Gelişimi
Türk müziği, Türklerin Orta Asya'dan
beri geliştirdikleri, bugünkü özellikleri Selçuklu ve Osmanlı döneminde
belirginleşen klasik Batı müziğinden de etkilenen müzik olarak
tanımlanmaktadır. Türklerin İslamiyet’i kabullerinden çok önce gerek baksı
gerek dini törenleri yöneten kam ya da şamanın icra ettikleri müzik, Türk
müziğinin temelleri olarak kabul edilmektedir.
Türk musikisi, özellikle Osmanlı döneminde
halk ve üst kültür çevrelerinde birbiriyle ilişkili fakat karakterleri farklı
iki ana dal olarak gelişmiştir. Osmanlı'nın son dönemindeki modernleşme
hareketleriyle batı etkisi görülmeye başlanmış, bu etki Cumhuriyet
Dönemi’nde daha da artmıştır. Türk halk müziği ve klasik Türk müziği arasında
çok önemli bir bağ vardır. Nitekim halk müziğinin formlarından türkülerin pek
çoğunda klasik musiki makamları kullanılmıştır.
Cumhuriyet Dönemi'nde birçok alanda olduğu gibi elbette müzikte de devrim yapılmıştır. Cumhuriyet kurulur kurulmaz, 1924 yılında halk müziği derlemelerine başlanmıştır. Örneğin; İstanbul Konservatuarı'nın 1924'teki halk müziği derleme anketinden sonra Atatürk, MEB Hars Müdürlüğündeki Seyfettin-Sezai (Asaf) kardeşleri ''Batı Nağmeleri'' adı altında 1925 yılında yayımladı.
İstanbul Konservatuarı 1926-1929 yılları arasında devlet ödeneğiyle Anadolu'ya dört derleme gezisi daha düzenledi; bu gezilerde derlenen ezgiler ''Halk Türküleri'' adı altında 15 defter halinde yayımlandı. 1929'daki dördüncü gezi sırasında bazı halk oyunlarımız filme de alındı. Bununla beraber, İstanbul Konservatuarı tarafından devlet ödeneği almaksızın Halkbilgisi Derneği uzmanlarının iştirakiyle 1932 yılında beşinci bir derleme gezisi daha düzenlendi.
İstanbul Konservatuarı 1926-1929 yılları arasında devlet ödeneğiyle Anadolu'ya dört derleme gezisi daha düzenledi; bu gezilerde derlenen ezgiler ''Halk Türküleri'' adı altında 15 defter halinde yayımlandı. 1929'daki dördüncü gezi sırasında bazı halk oyunlarımız filme de alındı. Bununla beraber, İstanbul Konservatuarı tarafından devlet ödeneği almaksızın Halkbilgisi Derneği uzmanlarının iştirakiyle 1932 yılında beşinci bir derleme gezisi daha düzenlendi.
Opera ve bale temsillerini gerçekleştirmek amacı ile 1940 yılında Ankara Devlet Konservatuarı'na bağlı bir tatbikat sahnesi çalışmalarına başladı. Yetenekli gençlerin seçimi ile de eğitime geçildi. İzleyen yıllarda Ahmet Adnan Saygun'un Kerem, Nevit Kodallı'nın Van Gogh ve Gılgamış, Sabahattin Kalander'in Nasrettin Hoca, Ferit Tüzün'in Çeşmebaşı eserleri sergilendi. Ankara'dan sonra İstanbul ve İzmir'de kurulan devlet konservatuarları da eğitime başladı.
1940 yılından bu yana genç yetenekler için uygun bir ortamın doğuşu yurt dışında da ün ve ilgi derleyen yorumcuların yetişip gelişmesini sağladı. Soprano Leyla Gencer, bariton Orhan Günek bu hareketin öncüleri oldular. Onları bas yorumcusu olarak Ayhan Baran, soprano Ferhat Onat ve soprano Suna Korat izlediler. Enstruman yorumcusu olarak piyanist Ergican Saydam, kemancı Ayla Erduran, Suna Kan, piyanist Ayşegül Sarıca, İdil Biret, Hülya Saydam ve Verda Arman yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da büyük iligi gördüler. 20. yılın ortalarından günümüze kadar gelen bu dönem ''çağdaş dönem'' dir.
1940 yılından bu yana genç yetenekler için uygun bir ortamın doğuşu yurt dışında da ün ve ilgi derleyen yorumcuların yetişip gelişmesini sağladı. Soprano Leyla Gencer, bariton Orhan Günek bu hareketin öncüleri oldular. Onları bas yorumcusu olarak Ayhan Baran, soprano Ferhat Onat ve soprano Suna Korat izlediler. Enstruman yorumcusu olarak piyanist Ergican Saydam, kemancı Ayla Erduran, Suna Kan, piyanist Ayşegül Sarıca, İdil Biret, Hülya Saydam ve Verda Arman yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da büyük iligi gördüler. 20. yılın ortalarından günümüze kadar gelen bu dönem ''çağdaş dönem'' dir.
Bu değişim çizgilerinde
Türk musikisinin tarihsel gelişimini incelersek birçok ilerici yeniliğin
yanında getirilen kısıtlamaların da göz ardı edilmemesi gerekliliği ortadadır.
Türk Musikisinde Yasaklı Yıllar
Türk Musikisinde Yasaklı Yıllar
Türk müziğinin gelişimsel evrelerini
tarihsel süreç açısından inceledik. Lakin bu aşamaya gelinirken yaşanan türlü
sıkıntıların olduğu da kaynaklarıyla ortadadır. Bu noktada, Alaturka musikisi
yasağı dikkat çekmektedir. Bu yasak; yakın tarihte medya aracılığıyla gündeme
getirilmiş, beraberinde türlü entelektüel tartışmaların yaşanmasına, haksız
eleştirilerin ortaya atılmasına ve bu hususta bilgi kirliliğine yol açmıştır.
Toplumumuzun musiki yasağı hakkında
dikkatini çekip fikir yürütebilmesinde Nebil Özgentürk'ün genel
yönetmenliğinde hazırlanan “Türkiye’nin Hatıra Defteri” adlı belgesel oldukça
önem teşkil etmektedir. Cumhuriyet’in ilanından bugüne kadar ülkede yaşanan askeri
müdahaleler, çok partili yıllar ile siyasal ve günlük yaşamdaki önemli
dönemeçler bu yapıtta konu edilmiştir.
Belgeselin içindeki Sinan Çetin’in
yazdığı ve yönettiği “Mutlu Ol Bu Bir Emirdir” adlı beş dakikalık kısa film de
yasakla ilgili kaynak olarak gösterilmektedir. Kısa filmin ana teması;
“İnsanların müziğine, kültürüne, yaşam tarzına yasaklar koyan siyasi otorite,
hayatın karşısında daima tuhaf duruma düşmüştür.” sözleriyle özetlenebilir.
Filmdeki olayların işleniş şekli ise şöyledir: Anadolu’nun bir köy evinde “Gesi
Bağları” adlı türküyü sazla çalıp söyleyen bir aile kendine münhasır bir
şekilde eğlenmektedir. Ardından jandarma mensupları silahlarıyla donanmış bir
vaziyette içeri girerler. “Köylü gibi niye türkü söylüyorsunuz? Mutlu olun, bu
bir emirdir!” mahiyetinde söylevlerini dikta etmeye çalışıp “Sizler Batı
müziklerini artık dinleyeceksiniz” derler. Ve saz çalan kişi bu sefer Mozart’ın
40. senfonisi çalıp Beethoven’ın müziğine de “Kalenin Bedenleri” türküsünü
uyarlayınca emir-komuta zincirindeki jandarma mensupları; “Bu bizim neden
hoşumuza gidiyor? Bu garp mı acaba, nasıl olur?” deyip onlar da ortama ayak
uydururlar.
Bu film salt hissettirdikleri ve anlatmak istediği konu mahiyetinde düşünüldüğünde kaçınılmazdır ki duygusal bir düşünüşü hâkim kılmıştır. Fakat izleyici kitlenin olayın perde arkasını göz ardı edip yorumlarında yanlış mecralara doğru ilerlemelerine sebebiyet verebilmesi kuvvetle muhtemel.
Var olan tartışmalar çerçevesinde yasağın yaşandığı 1934 senesi göz önünde bulundurulduğunda dönemin Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk, Başbakanı ise İsmet İnönü’dür. Bu gerçekten yola çıkarak kitleler, düşünmeden hareket ettiğinde belirgin bir çarpıklık gün yüzüne çıkıyor. Ve Atatürk’e saldırmanın dayanılmaz hafifliği ile hareket eden çevreler bu çarpıklığı kendi lehlerine yalan yanlış bir üslupla çevirip, adeta maşa gibi kullanabiliyorlar.
Olayın tarihi süreci ise şöyle cereyan
etmektedir: Yasak, 1934 yılında Atatürk’ün meclis açılış
konuşmasında, musikiden bahsetmesinden hemen sonra gelir. Sekiz ay devam eder
ve bu müddet zarfında radyolarda alaturkanın icrası yasaklanır. Ancak bu yasak
resmî şekilde değil, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın sözlü talimatıyla koyulmuş
ve daha sonra bizzat Atatürk’ün emriyle kaldırılmıştır.
Bunun yanı sıra kendi tekellerinde televizyon
programı hazırlayan ve gazete çıkaran sözde aydınlar, bahsi geçen sekiz aylık
yasaktan ziyade farklı bir yasağın uygulandığını da ileri sürmektedirler. Bunun
da 1926’da başlayıp 50 yıl sürerek Süleyman Demirel’in meşhur “Milliyetçi Cephe
Hükümeti”nin İstanbul’da 1976’da bir Türk Müziği Konservatuarı açmasına kadar
titizlikle uygulanan ilk alaturka musikisi yasağı olduğunu iddia etmektedirler.
Halbuki işin özü şöyledir: “Alaturka
müziğin 1926’da yasaklanması diye bir şey söz konusu değildir, yasak 1935’te
gelmiştir. 1926’da alınan ve 1976’ya kadar uygulanan karar ise, okullarda Türk
musikisi öğretiminin müfredattan çıkarılmasıdır. Eğitimdeki bu değişiklik, o
zamanın gazetelerinde “Alaturka musikiye elvedâ; resmî müesseselerde alaturka
musiki ilga edildi; artık bu musikiden tarih derslerinde bahsolunacaktır.”
şeklinde yer almıştır.
Yanlış, eksik ve de popülist yaklaşım
sergileyenler yazılarında kaynaklarını da belirtmiyorlar.
Aslında, geleneksel Türk müziği eğitimi; 1926’daki müfredat değişikliğinden sonra ilk kez 1943’de Hüseyin Saadettin Arel’in İstanbul Belediye Konservatuarı’nın başına geçmesiyle yeniden başlamıştır. Mevzu edilen uygulamanın değiştirilmesi CHP iktidarında gerçekleşmiştir. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin yaptığı ise, bu eğitimi diğer öğretim müfredatlarına da eklemiş olmasıdır. Sonuç olarak, Alaturka(Türk müziği) yasağı, belirtildiği gibi Atatürk’ün 1934 Kasım’ında yaptığı meclis açılış konuşmasından sonra, 1935 Ocak’ında koyulmuş ve sadece sekiz ay devam etmiştir.
Aslında, geleneksel Türk müziği eğitimi; 1926’daki müfredat değişikliğinden sonra ilk kez 1943’de Hüseyin Saadettin Arel’in İstanbul Belediye Konservatuarı’nın başına geçmesiyle yeniden başlamıştır. Mevzu edilen uygulamanın değiştirilmesi CHP iktidarında gerçekleşmiştir. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin yaptığı ise, bu eğitimi diğer öğretim müfredatlarına da eklemiş olmasıdır. Sonuç olarak, Alaturka(Türk müziği) yasağı, belirtildiği gibi Atatürk’ün 1934 Kasım’ında yaptığı meclis açılış konuşmasından sonra, 1935 Ocak’ında koyulmuş ve sadece sekiz ay devam etmiştir.
Tarihte de Türk ulusçuluğunun güç kazandığı
dönemde başta Ziya Gökalp olmak üzere bazı aydınlar klasik Türk müziğinin
kökenini sorgulamaya başladı: “Avrupa musikisi girmeden evvel, memleketimizde
iki musiki vardı; birisi Farabi tarafından alınan Şark musikisi, diğeri eski
Türk musikisinin devamı olan halk türkülerinden ibaretti. Bugün şu üç musikinin
karşısındayız: Şark musikisi, garp musikisi, halk musikisi. Acaba bunlardan
hangisi bizim için millidir? Şark musikisinin hem hasta hem de gayr-ı milli
olduğunu gördük. Halk musikisi harsımızın, garp musikisi de yeni
medeniyetimizin musikileri olduğu için her ikisi de bize yabancı değildir. O
halde milli musikimiz, memleketimizdeki halk musikisiyle garp musikisinin
imtizacından doğacaktır. Halk musikimiz birçok melodiler vermiştir. Bunları
toplar ve garp musikisi usulünce armonize edersek hem milli hem de Avrupai bir
musikiye malik oluruz.”
Bu görüş, Atatürk’ün de içinde olduğu çevrelerde hayli etkili oldu. Lakin yapıtlardan alınan konuyla
ilişkili kısımlardan anlıyoruz ki, devrimi yapan ekip bile bu konudaki
hatalarını anlayarak işi zamana bırakmışlardır. Ama bunu salt Atatürk’ün
uygulattığı yasak olarak lanse etmek eşyanın doğasına aykırı bir haldir.
Mustafa Kemal’in 1931 senesinde söylediği ''Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.'' sözüyle de durumun vahameti ortadır. Tarih bilminin başat ilkelerinden olan dönemin doğal durumunu anlamadan günümüz koşullarıyla olayları yorumlamanın doğru bir yaklaşım olmadığı apaçıktır.Toplum hayatı içinde hiç sayılabilecek bu kısa sürenin, gelecek bütün müzik hayatımızı etkilediği şeklinde bir yorum yapılıyor ki, toplumların kültürlerini değiştirmede 300 yıl bile yeterli gelmezken, bu kadar kısa bir sürenin müzik hayatımızı aşırı düzeyde etkilediğini düşünmek, sonuç çıkarımı açısından işin kolaycılığına ve dar görüşlülüğüne kaçmaktan başka bir şey değildir. Bu tarz düşünce ve sonuç çıkarımları gazetecilerimizin düştüğü en büyük popülist yanılsamalardır. Çünkü bu yazılar, günlük yazılardır ve gazeteci açısından günü kurtarmaya yöneliktir. Tarih ve toplum bilinçlendirilmesi söz konusu olduğunda bu yazarların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.
Mustafa Kemal’in 1931 senesinde söylediği ''Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.'' sözüyle de durumun vahameti ortadır. Tarih bilminin başat ilkelerinden olan dönemin doğal durumunu anlamadan günümüz koşullarıyla olayları yorumlamanın doğru bir yaklaşım olmadığı apaçıktır.Toplum hayatı içinde hiç sayılabilecek bu kısa sürenin, gelecek bütün müzik hayatımızı etkilediği şeklinde bir yorum yapılıyor ki, toplumların kültürlerini değiştirmede 300 yıl bile yeterli gelmezken, bu kadar kısa bir sürenin müzik hayatımızı aşırı düzeyde etkilediğini düşünmek, sonuç çıkarımı açısından işin kolaycılığına ve dar görüşlülüğüne kaçmaktan başka bir şey değildir. Bu tarz düşünce ve sonuç çıkarımları gazetecilerimizin düştüğü en büyük popülist yanılsamalardır. Çünkü bu yazılar, günlük yazılardır ve gazeteci açısından günü kurtarmaya yöneliktir. Tarih ve toplum bilinçlendirilmesi söz konusu olduğunda bu yazarların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.
Tüm
yansımalarıyla alaturka musikisi yasağı bu
şekildedir. Üzerinde durulması gereken önemli noktalardan biri de Prof. Dr.
Şerafettin Turan’ın da belirttiği gibi “Tarih birilerinin istediği gibi, olması
gerekenden bahsetmez. Yaşanmışlıklardan, var olandan bahseder.” Tarihi yazmaya
koyulanlar da, bu düşüncenin doğruluğuna tüm varlığıyla inanmalı objektif
bilginin ışığında bakış açılarını yansıtabilmeliler.
KAYNAKÇA
AZRA
KAYNAKÇA
1)Vikipedi. Türk Müziği. Erişim Tarihi: 24 Eylül 2014, http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkm%C3%BCzi%C4%9Fi
2) Bardakçı, Murat. Alaturka Türk Musikisi Yasağı. Erişim
Tarihi: 24 Eylül 2014, http://www.haberturk.com/yazarlar/225117-ataturkun-alaturka-musiki-yasagi
3) Yalçın, Soner. Atatürk Hangi Türküyü Yasaklattı. Erişim
Tarihi: 24 Eylül 2014, http://www.odatv.com/n.php?n=ataturk-hangi-turkuyu-yasakladi-1707101200
4) Sarı, Ayhan. Geleneksel Türk Müziğinin Yasak Tadı. Erişim
Tarihi: 24 Eylül 2014, http://www.musikidergisi.net/?p=1732
5) Ayhan Sarı ‘‘Türkiye’de İlk Ney Metodu, Sansur Metodu ve
Ziya Santur’’ Dokuz Eylül Üni. Sos. Bil. Ens. Yüksek Lisans Tezi, 1989, İzmir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder