19 Aralık 2014 Cuma

NEDEN DİRENDİM?

Şu anda apolitik bir genç olarak bugün politik bir yazı yazacağım. Çok değil bundan 1.5 sene önce başlamıştı Taksim Gezi Parkı protestoları. 1.5 sene önce hükümetin parkı yakıp yerine Topçu Kışlası yapmak istemesiyle başlamıştı her şey. Park demeye de bin şahit ister. Gezi Parkı’nın şimdiki halini bir görseniz. Beton yığını içinde kalmış bir avuç yeşillik bozuntusu. Yeşili görme açlığımız bu park içinmiş diyorum her yanından geçişimde, gün geçtikçe daha da acınası bir hale getiriliyor Beyoğlu Belediyesi tarafından da,  o yüzden… Halimize acıyorum. Söyleyecek çok söz var aslında. Bütün bu direnişin neden ortaya çıktığı, bu apolitik gençliğin neden ayaklandığı ve bütün olanların nasıl gelişip son bulduğuyla ilgili.

Ben çok basit bir konuya değinmek istiyorum. Biz bu ülkede yaşamaktan mutlu muyuz? Şu anki hayatım çocukluğumda hayal etmiş olduğum hayata hiç benzemiyor.  Çünkü ben halen özgürlüğüm için acımasız polis ordusuyla yüz yüze gelmekten çekinmeyecek bir durumdayım.  Yaşadığım o anda kendimi tehdit altında hissederek, canımı tehlikeye attım. İşte bu his, geçmişte yaşamayı hayal etmiş olduğum bir his değildi. Birçokları için de öyle. O ölen gençlerin de geçmiş hayallerinde fakirlik içinde yaşadıkları, ya da canları bir şeylere sıkıldığı için ayaklanmak yoktu belki de. Ölenleri kimse geri getiremez. Ölmeleri de hiçbir şeyi değiştirmedi sanki. Fazla mı karamsar konuşuyorum?  Direnişimiz amaçsızdı. Son buldu. Oysaki yirmi sene sonra bununla gurur duyacağımı düşünmüştüm. Ama duymuyorum. Bütün ölen gençlerin boşuna öldüğünü düşünüyorum.  

Peki şimdi ne olacak? Sonuçta biz bir tüketim toplumuyuz. Din ve gelenek toplumuyuz. Eğitime ihtiyacımız yok. Tek ihtiyacımız olan muhteşem Osmanlı’nın torunu olmaktan dolayı duyduğumuz gurur. Benim ise tek yaptığım, her gün haberleri izlediğimde, gazete manşetlerine göz attığımda içime derin bir nefes çekip soluk almaya çalışmak. Şehrin kaosunda, işimin meşguliyetinde, korna sesleri ve beton yığınının içinde yaşamaya çalışmak. Sorgulamak. Neden bu şekilde amaçsızca tüketerek yaşamaya zorlandığımızı sorgulamak. Nasıl bu kadar beyinsiz hale getirildiğimizi anlamaya çalışmak. Neden bir parka ihtiyacımız var? İşte bu yüzden, çünkü biz robot değiliz. Yaşam alanlarımın kısıtlanması dışında özel hayatımda da bu baskıyı hissediyorum. Kendimi ifade etmekte zorlanıyorum. Bir şey yazmak istesem yargılanmaktan, bir şey çizsem eleştirilmekten, bir söz söylesem başıma birileri tarafından bir kötülük gelmesinden korkuyorum. Bu duygu bizim DNA’mıza işlemiş. Geçmişten gelen bir korku bu. Ama gereksiz bir korku değil. Gerçekten başımıza bir kötülük gelebilir. Tıpkı Ethem’in, Ali İsmail’in ve nicelerinin başına geldiği gibi. Çünkü düşünmemiz, en önemlisi düşünceleri ifade etmemiz yasak burada. İşte bu nedenle apolitiğiz. Kendimizi ifade etme kabiliyetimizi yitirdiğimiz için. Düşünme yetimizi yitirdiğimiz için. Değişim istediğimizde öldürüldüğümüz için. Değişimin kendisi bizim hiç istemediğimiz bir şekilde hayatlarımıza sokulduğu için.

Neden direndik?

Gonca

16 Aralık 2014 Salı

SİBER POLİTİK


Dünya kavramına en çok anlam katan insanlık ideasının temelinde, insanoğlunun ilk günü ile birlikte yüzyıllardan beri süregelen  iyi ve kötünün savaşımı kendini çeşitli kulvarlarda ortaya çıkarmaktadır.
Ve her daim değişimin kaçınılmazlığında yaşanan hayat sürekli ilerlemekte, mevcut imkânlara yenileri eklenip kişilerin tercihlerine sunulmakta…
Bugün bulunduğumuz çevrede her alanımıza sirayet etmiş olan bilgisayar vb. teknolojik ürünler evlerde, bankalarda, avmlerde, karakollarda, devletin stratejik kurumlarında ve daha birçok alanda vazgeçilmez hale gelmiş, internetin salt bir çevreyle değil dünya çapında yaygınlık kazanmasıyla mekân kavramı bir anda ortadan kalkmış ve tüm bu bilgi aktarımı bir tuşa basmaktan ibaret olmuştur.
Lakin insanlığın hizmetine takdim edilen bu sistem yararının ve zararının belirlenmesi hususunda kullanıcısının verdiği yöne amennadır.
Bunun akabinde topluluk halinin nüfuz ettiği her noktada kendine yer bulan politika sanal ortamlarda da işlevselliğini devam ettirmektedir. Tüm hakkaniyetle teknoloji politikayı sevdi. Ancak bu gelişmelerden kitleler pozitif anlamda yararlandıkları gibi siber terörizm adı altında organize suç örgütleri, terör örgütleri de bu sistemi yakından takip ederek hem kazançlarını arttırıp hem de geleneksel suç türlerinin dışında marjinal suç türleri ortaya çıkardılar.
Globalleşmenin ve küresel  egemenlerin karanlık yüzü olarak adlandırabileceğimiz bu gerçek toplumsal huzur ve barışı olduğu kadar ulusal güvenliğimizi de ciddi şekilde tehdit altına sokabilmektedir. Bunlara verilebilecek en bariz örnekler; içeriğinde ırkçı, bölücü propagandadan bomba yapımına, kişilerin özel hayatını rencide eden pornografik görüntüden  kumar sitelerine, iktidarlara karşı toplumu, muhalifliği yıldırmadan baskı altına tutmaya kadar daha nice maksatlarla kullanılır hale gelmiştir.
Siber terörizmin yanı sıra  bilgi çağının karşı konulamaz ivmesinden politika olgusu  da yararlanmakta. İşlerini ve de amaçlarını  medyanın (tv, internet, gazete, dergi...) yanı sıra gençlerin fazla mesai yaptığı sosyal paylaşım sitelerinden yürütmektedir. Bıçak sırtı konumundaki bu olayın zararlarının yanında yararlarını görüyor ve tarihe tanıklık ediyoruz. Buna verilebilecek en güzel örnek: Afganistan’a dair 90 binden fazla gizli Amerikan belgesini yayınlayarak uluslararası bir depreme yol açan ve aynı zamanda farklı kesimlere hitap edip insanları düşünmeye iten Wikileaks sitesinin kurucusu ve yayın yönetmeni  Julian Assange’dır. Kendisinin bu sayede hackerlıktan gazeteciliğe de geçtiğini düşünenler de var. O neden bunları internet aracılığıyla yaptığını ise şöyle açıklamıştır : “Geleneksel medyanın yayınladığı dosyalar sonucu tazminat ödemek zorunda kalmak gibi sıkıntılar yaşanabildiğini, internetinse bu konuda avantaj sağlamasıdır.”
İnternetin bir başka avantajı ise ülkemizi de yakından ilgilendiren, hayli revaçta olup yavaşça da gelenekselleşecek bir  yöntem. Peki, nedir bu yöntem? Genel başkanların siyasi programlarının cep kanalıyla partililere ve vatandaşlara ulaştırılıyor olmasıdır. Partililer internet sitelerinde genel başkanların açıklamalarına yer veriyor. Ve bilgi alışverişi seri halde sürüyor. Bu sayede gelişmeler taze, aracısız bir biçimde algılanıp bireylerin haber alması sağlanıyor, fikirler anında dimağlarda beliriverip yayılabiliyor. Bu kitlelerin bir ve bütün olabilmesi için azımsanmaması gereken bir yeniliktir. Aynı zamanda eylemler, toplantılar, protesto gösterileri, yürüyüşler içinde halk yığınlarını bir araya getirmede cep kanalıyla ulaşımın yanı sıra sanal ortamdan e-posta, davet, bilgilendirme yoluyla istekler gönderilebiliyor.
Bu yöntemlerle insanları kısa sürede bir arada toplamak konusunda teknolojinin kudretini yakın tarihte hepimiz şaşırarak  izledik. Tunus’tan Mısır’a, Cezayir’den Ürdün’e Arap ülkelerinde halk ayaklanmaları sürerken eylemcilerin tek haberleşme kaynağının Twitter ve Facebook olduğu iddiaları da basın tarafından servis ediliyordu.
İsyanlarda da olduğu gibi nitekim artık savaşlar fareler ve klavye tıkırdatmalarıyla yönetilecektir. Sanal âlem görevini başarıyla yerine getiriyor. Gerisi insanoğlunun düşünüş biçimine kalmıştır.
Ondandır ki esas altının çizilmesi gereken nokta insanoğlunun doğasında var olan savaşımda “siber politik” şimdiden tahtına kurulmuştur. Bunun nimetlerinden faydalanacak olan kötü timsallilerden olabildiğince uzak tutulması için kural koyucuların tavırları önem arz etmektedir tabii ki tarafsız olmak koşuluyla.



AZRA


Kaynak :
Özcan, Mehmet.(2001,Ekim). Siber Terörizm Ve Ulusal Güvenliğe Tehdit Oluşturma Boyutu. Erişim Tarihi:15.12.2014, http://www.bayar.edu.tr/bilisim/dokuman/siberteror.pdf


11 Aralık 2014 Perşembe

YENİ BİR SEN

   Ders çıkarılmalı yaşanmışlıklardan. Yaşanılan onca üzüntülerden, acılardan, kaybedilmişliklerden ders çıkarmalı insanoğlu. Göz yaşıyla ıslanan kirpiklerin değeri bilinmeli. Onları kimin için, ne için ıslattığını sorgulamalı kendisiyle baş başa kaldığında. Yaşanılanları düşünüp gerçeklerle yüzleşmeli ve kilitli olan kapının anahtarını bulmasına yol açan soruyu yöneltmeli kendisine. Tek bir soru. Olay ne ise ve yahut kim ise bu göz yaşının esiri olmana sebebiyet veren üzülmeye "DEĞER Mİ" ?
     
  Bu soru sorulduğu andan itibaren açılan kapıdan içeriye usulca yönelerek kısa bir gezinti yapar insan miş'li geçmiş zamanından oluşan anılarının bahçesinde. Sorgulamalar başlar. Neden, niçin soruları beyninin içini kemirirken acaba ile başlayıp keşke ile devam eden milyonlarca söz öbekleri kovalar peşinden insanoğlunun o bahçede. Yüzleşilir. Diken dolu bahçede yürürken her adım biraz daha kanatır kalbini, ruhunu, bedenini. Bir an evvel çıkmak ve bir daha geri  dönmemek ister. Nafile... Tıkılıp kalmıştır sadece kendini misafir ettiği uçsuz bucaksız bahçede. Boğulur. Canı yanar. Haykırmak ister sesini duyuramaz. Çaresizliğine ağlar ama an gelir sualler, sorgulamalar, yüzleşmeler son bulur işte o vakit belki de daha önce hiç tatmadığı bir duygu yeşerir kalbinde. Hiç olmadığı kadar hafif hisseder kendisini. Bahçenin sonuna gelmiştir. Girişi gibi olmaz çıkışı kapıdan. Alır eline anahtarı son kez bakar miş'li zamanlarına ve kapatır o heybetli kapısını bir daha hiç açmamak üzere. İşte yeni bir 'sen'  böyle doğar önce.


NİHAN

7 Aralık 2014 Pazar

KEDİDİR O KEDİ

Eskişehir hakkında sevdiğim birçok şey var. Hayatımın en güzel dönemi burada yaşadığım zamana denk geliyor. Son 2 yıldır ise ‘’Cafe de Kedi’’  bu listenin başında bulunuyor.

Cafe de Kedi,  ilk kez 1998 yılında Tayvan’da açılan kedi konseptli kafelerin Türkiye’deki ilk ve tek örneği. İçinde, kedi, kitap ve huzur olmak üzere hayatta sevdiğim her şeyi barındıran bu kafenin Eskişehir’de gitmekten en çok hoşlandığım yer olması şaşırtıcı değil.


Bu tarz kafelerin çıkış noktası, hayvan beslemenin yasak olduğu apartmanlar ve yaşam tarzı nedeniyle hayvan beslemenin sorumluluğunu yerine getiremeyen insanlara bu keyfi yaşama imkanı sağlamak olmuş. İnsanların da o kadar hoşuna gitmiş olacak ki, kısa sürede farklı ülkelere de yayılmış. Şu an yalnızca Tokyo’da 39, dünya çapında ise 100’e yakın kedili kafe bulunuyor. Cafe de Kedi de 2012 yılında açılarak bu listeye girmiş.

Cafe de Kedi’deki kedilerin çoğu, sokaktan kurtarılmış ve tedavileri yapılmış kediler. Kafeye gelenlerin aşırı sevgisine maruz kalmalarından olsa gerek, kediler artık kendilerini seven insanları pek umursamıyorlar. Yani kedi sevmeseniz de bu güzel kafeye gidebilirsiniz. Kafede yalnızca kediler de bulunmuyor. İsteyenler kitap kiralayabiliyor, geliri sokak hayvanlarının tedavisinde kullanılmak üzere satılan eşyalardan satın alabiliyor. Vegan ve vejetaryenlere uygun bir menüsü de bulunan kafedeki ücretler de Eskişehir’deki öğrenci nüfusuna uygun ve ucuz. Kafede çoğu zaman mozaik pasta ve çay ve buna benzer  ikilileri 5 lira gibi bir ücret karşılığında deneyebilirsiniz. Her gördüğü yemeğin tadını merak eden kediler konusunda endişe etmenize de gerek yok. Çünkü yemek yemek için kafede ayrı bir bölüm de bulunuyor. Yalnızca tavla için aynı şeyi söyleyemeyeceğim çünkü her birinin rahat yatakları da olsa tavla üzerinde uyumayı ve oyunu bölmeyi çok seviyorlar. Bu yüzden aşağıdaki manzarayla karşılaşmanız mümkün. 




Ev içerisinde hayvan besleme düşüncesinin pek hoş karşılanmadığı, apartman dışında beslenilen sokak hayvanına bile ‘’alışır’’ diye tahammülün olmadığı Türkiye gibi bir ülkede böyle bir kafenin bana göre hazine olarak görülmesi gerekir.

Paris ve Vilnius’daki kedi kafelere de gitmiş biri olarak söyleyebilirim ki aralarında en iyisi Cafe de Kedi. O yüzden, kışın iyice kendini hissettirmeye başladığı Aralık ayında, bence tek de olsanız bu kafeye gidin ve kucağınızda mırlayan bir kedi eşliğinde ''kedici çay''ınızı yudumlayıp kitabınızı okuyun.  Pişman olmayacaksınız.


http://cafedekedi.com/
Bengü
@bebengu